Fatih Sultan Mehmed in hocası Akşemseddin Hz. Türbesi Fatih Sultan Mehmed tarafından 1464 yılında yaptırılmıştır. Kefeli taşından yapılmış kasnaksız bir kubbe ile örtülü altıgen planlı bir yapıdır. Akşemseddin Hz. Nin sandukası 2.50×0.50m. boyutunda caviz üzerine kabartma yazı ile süslü olan sanduka Osmanlı ağaç işçiliğinin güzel bir örneğidir.
Akşemseddin Hazretleri gönlünün aydınlığını Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinde bulmuştur. Kutlu fethe giden yoldaki manevi fatihlerin en önde geleni Akşemseddin Hazretleridir.Akşemseddin Hazretleri, İstanbul’un mânevî fâtihi, büyük bir âlim, hâzık bir hekim, büyük bir veli ve çok yönlü bir Türk Bilim adamıdır. Asıl ismi Muhammed Şemsettin bin Hamzâ, lakabı Akşeyh’tir. Büyük evliyalardan Şihâbüddîn Sühreverdî’nin neslindendir. Soyu, Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’a (ra) ulaşır.1390 (H.792) senesinde Şam’da doğdu. Küçük yaşta hâfız oldu. Yedi yaşında babası ile Anadolu’ya gelip Kavak’a (Samsun) yerleşti. Bir süre sonra kendisi de büyük bir âlim ve veli bir zât olan babası vefât etti. Babası vefât edip, defnolunduğu günün gecesi bir kurt gelip kabrini açtı. Bu kurt, o beldeye musallat olmuştu. Yeni mezarları bulur ve ölüyü mezardan çıkararak parçalardı. Şeyh Hamza’yı da parçalamak ve yemek istemişti. Fakat Şeyh Hamza, mübârek elini uzatarak, o kurdu boğazından sıkıp öldürdü. Ertesi sabah ziyârete gelen halk, kurdu ölü, Şeyh Hamza’nın elini de mezardan çıkmış buldular. Hâl sâhibi biri; “Kurda değdiği için, Şeyh Hamza’nın mübârek elinin yıkanması lâzımdır.” dedi. Elini yıkadılar. El, hemen içeri çekildi. O günden beri Akşemseddîn’in babası, Kurtboğan lakabı ile meşhûr oldu.Akşemseddîn, babasının vefâtından sonra tahsîline devâm ederek kısa sürede tüm şer’i ilimlerle birlikte tıp ilmini de tahsil ettikten sonra Osmancık medresesine müderris (profesör) oldu. Burada günün belli saatlerinde ders verir artan zamanlarda nefsinin terbiyesi ile meşgûl olurdu. Devamlı takvâ üzere Hak’la birlikte bulunurdu. Ondaki bu hâlleri görenler ve bilenler kendisine zamânın büyük velîsi Hacı Bayram Hazretleri’ne gitmesini tavsiye ettiler. Bu tavsiyelere uyan ve tasavvuf yolunda yükselmek isteyen Akşemseddîn Hazretleri müderrislik görevini bırakarak, Ankara’ya geldi.
Rastladığı bir kimseye Hacı Bayram-ı Velî’yi nerede bulabileceğini sordu. O da karşı sokakta yanında iki talebesiyle gezen bir zâtı göstererek; “İşte şu gördüğün, dükkan dükkan gezerek para toplayan kişi Hacı Bayram’dır.” dedi.Akşemseddîn Hazretleri’nin yüzü buruştu, kalbi sıkıntıyla doldu. Demek meşhur velî Hacı Bayram dükkan dükkan para topluyor, buralara kadar kendimi boşuna yormuşum diyerek oradan uzaklaştı ve meşhur velî Şeyh Zeynüddîn-i Hâfî Hazretleri’ne talebe olmak gâyesiyle Haleb’e doğru yola çıktı. Günlerce yol alan Akşemseddîn, Haleb’e bir konak mesâfeye geldiğinde bir hana indi. Sabah, dehşet içinde uyandı. Hâlâ gördüğü rüyânın etkisindeydi. Sabah namazını edâ edip tekrar Ankara istikâmetine döndü. Oysa Haleb’e bir saat kalmıştı. Onu geri döndüren rüyâsı idi. Rüyâsında boynuna takılan bir zincir Hacı Bayram’ın elindeydi. Akşemseddîn, Haleb’e gitmek istedikçe Hacı Bayram zinciri çekiyordu. Tam boğulmak üzere iken uyanmıştı. Rüyâ tâbiri gerektirmeyecek kadar açıktı. Ankara’ya gelip, Hacı Bayram-ı Velî’nin dergâhına ulaşınca, onun talebeleriyle tarlada çalıştığını öğrendi.
Hemen oraya koştu, fakat Hâcı Bayram hiç iltifat etmedi. Akşemseddîn, diğer talebeler gibi tarlada çalıştı. Yemek vakti gelince Akşemseddîn’e itibar edilmedi. Hacı Bayram, hazırlanan yemeği talebelerine taksim etti, artığını da köpeklerin çanağına döktürdü. Akşemseddîn, bir onlara bir de kendine bakarak, nefsine, “Sen buna lâyıksın!” diyerek, köpeklerin önüne konan yemekten yemeye başladı. Hacı Bayram-ı Velî, onun bu tevâzusuna dayanamayarak; “Köse, kalbimize girdin, gel yanıma!” diyerek gönlünü alıp sofrasına oturttu.
Sonra, “Zincirle zorla gelen misâfiri böyle ağırlarlar!” dedi. Akşemseddîn buna çok sevindi ve kendini onun irfan meclisine verdi.Akşemseddîn hazretleri kısa zamanda tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi ve Hacı Bayram hazretlerinden icâzetini, diplomasını aldı.***
MANEVİ FATİH ODUR
Fâtih, Topkapı’dan beyaz bir at üzerinde şehre girdiğinde İstanbullular onları muhteşem bir merasim ve alkışlarla karşılıyordu. Yanında, Molla Gürânî, Molla Hüsrev, Akşemseddîn ve Akbıyık Sultan gibi âlimler ve velîler topluluğu da bulunuyordu. Herkes Akşemseddîn’i pâdişâh sanıyor demet demet çiçekleri ona veriyorlardı. Akşemseddîn de genç pâdişâhı göstererek “Sultan Mehmed odur.” diyordu. Buna karşılık, Sultan Mehmed de “Yine ona gidiniz. O benim hocamdır. Şehrin mânevî fâtihidir.” diyordu.***
AKŞEMSEDDÎN MAHALLESİ
Fetihten sonra, Akşemseddîn üç gün gözden kayboldu. Bütün aramalara rağmen bulamadılar. Üç gün sonra, Edirnekapı yakınlarında vîrâne bir yerde ibâdetle meşgûl olarak buldular. O zamandan beri bu yere, onun ismine izâfeten “Akşemseddîn” mahallesi denildi. Ayasofya camiye çevrildiğinde ilk hutbeyi de Akşemseddîn hazretleri okudu.***
FETHİ NASIL BİLDİ?
Akşemseddîn hazretlerine, “İstanbul’un fethedileceği zamânı nasıl bildin?” diye sorulunca, şöyle cevap verdi: “Kardeşim Hızır ile, ilm-i ledünniyye üzere İstanbul’un fetih vaktini çıkarmıştık. Kale fethedildiği gün, Hızır’ın, yanında evliyâdan bir cemâatle hisara girdiğini gördüm. Kale fetholunduktan sonra da, Hızır kardeşimi kalenin üzerine çıkmış oturur hâlde gördüm.”***
EYÜB SULTAN’NIN KABRİNİ BULUŞU
Bir gece Fâtih Sultan Mehmed Han, Akşemseddîn hazretlerinin ziyâretine gitti. Fâtih, sohbet sırasında bir ara Akşemseddîn’e, “Hocam! Ebû Eyyûb-i Ensârî’nin mübârek kabrinin İstanbul surlarına yakın bir yerde olduğunu târih kitaplarından okudum. Yerinin bulunması ve bilinmesini bilhassa ricâ ederim.” dedi. O zaman Akşemseddîn hemen; “Şu karşı yakadaki tepenin eteğinde bir nûr görüyorum. Orada olmalıdır.” cevâbını verdi. Derhâl oraya gittiler. Akşemseddîn hazretleri, oradaki bir çınardan iki dal aldı. Birini bir tarafa, diğerini az öteye dikti ve “Bu iki dal arası, Mihmandâr-ı Resûlullah’ın kabridir.” buyurdu. Sonra, kaldıkları yere döndüler. Fâtih, o gece silâhdârına; “Gidin, dikilen çınar dallarının ortasına şu mührümü gömün ve o dalları yirmişer adım güney tarafına çekin.” dedi. Sabah olunca Sultan Fâtih, Akşemseddîn’den, Hazret-i Hâlid’in kabrinin yerini tekrar tâyin etmesini ricâ etti, tekrar gittiler. Akşemseddîn dallara hiç bakmadan doğruca gidip eski yerde durdu ve “Dalların yeri değiştirilmiş, Hazret-i Hâlid buradadır.” dedi ve sonra silâhdâr ağasına hitâben “Sultân hazretlerinin mührünü çıkarın ve kendisine teslim edin!” dedi. Daha sonra kabir kazılıp, “Bu Hâlid bin Zeyd’in kabridir” yazılı taşı da bulup çıkardılar. Fâtih; “Zamânımda Akşemseddîn gibi bir zâtın bulunmasından duyduğum sevinç, İstanbul’un alınmasından duyduğum sevinçten az değildir.” diye şükretti.***
GÖÇEYİM O ZAMAN
Akşemseddîn Göynük’te 1459 (H. 863) yılına kadar yaşadı. Bir gün küçük oğlu Hamdi Çelebi ile meşgûl olurken, “Bu küçük oğlum yetim, zelîl kalır; yoksa bu zahmeti, mihneti çok dünyâdan göçerdim.” deyince, hanımı, “A efendi! Göçerdim dersin yine göçmezsin.” diye latife yaptı. Bunun üzerine şeyh hemen, “Göçeyim.” deyip, mescide girdi. Evlâdını topladı. Vasiyetnâmesini yazdı. Helâllaştı, vedâ etti. Yâsîn Sûresi okunurken sünnet üzere yatıp rûhunu teslim eyledi. Göynük’teki târihî Süleymân Paşa Câmii’nin bahçesine defnedildi.